Hedikli Yürüyüş



Alternatif bir kış macerası: Hedikli Yürüyüş

Kış geldi mi milletçe evlerimize çekilip, spora ve doğaya dair tüm planlarımızı bahar ve yaz aylarına ertelemeye pek meraklıyızdır. Dalış benzeri bir takım doğa sporlarının kışın tercih sebebi olmaması normal – hele ki sıcak ülkelere seyahat etme imkanınız yoksa, yazı beklemek bir nevi zorunluluk. E, dağcılık ya da kayak deseniz, herkesin becerebileceği ya da yapmayı tercih edeceği sporlar değil. Ama sanmayın ki kış aylarında trekking olmaz, soğuk ve kar doğayla vuslata engel teşkil eder. Doğayla iç içe bir gün geçirmek için, baharı beklemeden Abant’a gidip, ayaklarınıza geçireceğiniz hediklerle dağların yolunu tutmaya ne dersiniz?
İşte biz de geçtiğimiz Cumartesi günü, pek sevgili bir arkadaşımızın organizasyonuyla kendimizi bir anda Abant yollarında bulduk. Hedefimiz 10 kişilik bir ekiple birlikte “Hedikli Yürüyüş” yapmak ve Abant Gölü’nü çevreleyen yüksek yüksek tepelerin zirvesine ulaşmaktı.
Kış aylarında trekkinge giderken bir kaç önemli noktanın altını çiziyor tur rehberleri: soğuk havada yürürken çok fazla terleyeceğinizden birkaç kat ince giysi giymek önemli. Külotlu çorap, üzerine tayt, onun üzerine kar pantolonu, tişört ve termal içlik gibi hem yürüyüş esnasında kolaylıkla çıkarılabilecek, hem de mola esnasında termal etki yaparak üşütmeyecek türden kıyafetleri tercih etmek gerekiyor. Yanınıza bol bol su almak ve uzun yürüyüşlerde ayaklarınızı rahatsız etmeyecek türde botlar giymek gerekli. Yürüyüşün sonlarında muhtemelen terden ve kar suyundan ıslanacak kıyafetlerinizi ise yedekleriyle değiştirmeniz lazım geleceğinden, yanınıza yedek çamaşır, çorap, tişört ve uzun kollu bir şeyler de alırsanız iyi olur. Biz de yola çıkmadan önce tur şirketimizin web sitesinde yer alan bu tavsiyelere göre giyindik, kuşandık, çantaları doldurduk ve buluşma yerimizin yolunu tuttuk.
Servis aracı bizi 7.30′da Kadıköy Evlendirme Dairesi’nin önünden aldı ve Abant Gölü kıyısına yolculuğumuz başladı. Yolda ilerlerken dağıtılan kumanyalarla kahvaltımızı yaptık ve 2,5 saatin sonunda Abant’a vardık. İstanbul’un birden ısınan havasından olsa gerek, kardan yana pek umudumuz yoktu. Ama Abant bambaşka bir mevsimi yaşıyormuş meğer! Gölün yarısı buz tuttuğu gibi, servis aracından indiğimiz yerde bizi yaklaşık 1 metrelik kar karşıladı. Çantalardan fazlalıklarımızı çıkarıp araca bıraktıktan sonra, rehberimizin direktifleriyle hedikleri ayağımıza geçirdik.

Hedik dediğimiz şey, şu vaktiyle telvizyonda oynayan çizgi filmdeki Heidi ve dedesinin karda rahat yürümek için ayaklarına taktıkları tenis raketi benzeri araçların bir kaç nesil gelişmişi. Yere, ayağınızın tabanından daha geniş bir alan üzerinden basmanızı sağlayarak kara batmanızı önlüyor ve yürürken büyük kolaylık sağlıyor.
Hedikleri sağlamca ayağımıza taktıktan sonra, yaklaşık 40 derecelik bir açıya sahip küçük bir yamaçtan yukarı doğru yürümeye başladık. Kar, öyle ilk yağdığı zamanki gibi yumuşacık değil, yer yer buza dönmüş ve sertleşmişti. Bu yüzden ilk etapta yürümekte hiç zorlanmadık diyebilirim. Heralde olayın ilk heyecanından da olsa gerek, yamacı gruptan kopmalar olmadan tırmanmayı başardık. Hemen sonrasında dev çam ağaçlarının arasından yürüyerek zirvesine çıkacağımız tepenin yamacında geldik. Bu zaman zarfında, koruma bölgesi olan ormanlık alanda karaca ve tilkilere ait ayak izleri gördük, küçük bir göletin yanından geçtik, mutlak sessizliğin ve mis gibi kokan temiz havanın tadını çıkardık. Yürüyüşün sonrası biraz sancılıydı – zira ormandan çıkar çıkmaz başlayan sert rüzgar, bize zirveye dek eşlik etti sağolsun. S çizerek yavaş yavaş yukarılara çıkarken, sol tarafımızda git gide genişleyen Abant Gölü manzarası harikaydı. Hafiften bir üşüme hissetsek de, zirveye çıkmayı başarmış olmak grubumuzu mutlu etmeye yetti.
Ne var ki, işin esas zor yanı zirveye çıkmak değil, o kafam kadar hediklerle aşağıya inmeye çalışmakmış. Tur rehberimiz alışık olduğundan ceylan gibi seke seke ormana kadar indi. Arkasından giden bizler ise, daha çok ayağında palet giyip yürümeye çalışan su aygırları gibiydik. Ormanın içinden geçen yol, bizi yavaş yavaş başlama noktamıza ulaştırdı. Toplamda 3 saatlik yürüyüşün sonrasında yorgunluğun acısını mangalda pişen sucuklar ve Abant Göl Gazinosu’nda içilen sıcacık çaylarla çıkarttık.
Velhasıl, şu evde oturarak öldürmeye çalıştığımız kış mevsiminin tadını, şahane bir organizasyonla çıkarttık. Hem yavaş yavaş hamlamaya başlayan vücutlarımızı silkeleyip kendine getirdik, hem de ruhsal ataletimizi üzerimizden atmayı başardık. Kışın atılacağınız alternatif bir macera arıyorsanız, şu tura siz de bir göz atın derim. Hele ki 10 kişilik eğlenceli bir arkadaş grubuyla organize etmeyi başarırsanız, bir cumartesi gününü unutulmaz kılacağınızı gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Üstelik bu yürüyüşü yapmak için öyle çok sağlam bir dağcı kondüsyonuna sahip olmanıza gerek yok. Şahsen bizim grubumuz, orta zorluktaki bu parkuru firesiz ve sorunsuz tamamlamayı başardı.
Alıntıdır birinciblog.com
    Blogger Yorumlar

0 yorum :

Yorum Gönder